7 Aralık 2012 Cuma

Ekranların Kaypak Bakkalı



Herkese selam,

Bildiğiniz gibi aslında ben gazeteciyim. Dolayısıyla da her ay bir kaç ünlüyle röportaj yapma şansım oluyor. Bundan böyle yaptığım bu röportajları, dergi çıktıktan sonra burada da paylaşmayı düşünüyorum. İşte onlardan ilki... Cengiz Bozkurt'la röportaj esnasında, çok çok keyifli vakit geçirmiştik. Kendisi o kadar eğlenceli bir adam ki... 

Umarım röportajdan siz de keyif alırsınız. 

Herkese sevgiler..
Z. 

Not: Bu röportaj Esquire Dergisi Kasım sayısında ve Sabah gazetesinin Günaydın ekinde yayınlanmıştır. 




EKRANLARIN “KAYPAK” BAKKALI

CENGİZ BOZKURT

O, “Leyla ile Mecnun” dizisinin Erdal Bakkal’; namıdiğer “Yaban Çakalı”. Canlandırdığı; kaypak, paragöz ve patavatsız karakterle son zamanların en çok konuşulan isimlerinden biri hâline gelen Cengiz Bozkurt, dizideki profilinden farklı olarak, son derece içten ve samimi açıklamalarıyla karşınızda…

Röportaj ZEYNEP ŞEKER
Fotoğraf ULUÇ ÖZCÜ

Önce onu, “Parmaklıklar Ardında” dizisinin hain gardiyanı Ekrem karakteriyle tanıdık. Dizinin ardından, yine buna benzer bir karakterle karşımıza çıkmasını beklerken; o, bizi sol köşeye yatırdı ve “Leyla ile Mecnun” dizisinin Erdal Bakkal’ı olarak evlerimize konuk oldu. Ekranda gördüğümüz; hain, fesat, ukala ve içten pazarlıklı hâllerinin aksine; kahkahası eksik olmayan, doğal ve samimi biri, Cengiz Bozkurt. Bu röportajda, ünlü oyuncunun, önce çocukluğuna ve “Ömrümün en güzel yılları” diye tabir ettiği üniversite yıllarına gidecek; ardından ise, “Leyla ile Mecnun” dizisi ve özel hayatına dair pek çok samimi açıklama bulacaksınız. İşte, başlıyoruz…

ESQUIRE: Doğrudan soralım; nasıl bir hikâye sizinki?
CENGİZ BOZKURT: Memur bir ailenin çocuğu olarak doğdum. Her memur çocuğu gibi de, Anadolu’nun çeşitli yerlerini dolaşarak geçti hayatım. İlkokulu ayrı bir yerde, ortaokulu ayrı bir yerde okudum. Bu durum, çocukluk dönemimde yaralar açmadı değil… Ama insan, alışıyor bir şekilde. Şahsen ben, Anadolu’da bu denli dolaşmanın bana kattığı çok şey olduğunu düşünüyorum. Bunlardan en önemlisi de, bu çeşitliliğin, beni iyi bir insan yapmasıdır.
ESQ: ODTÜ’de fizik okurken, ne oldu da birden bire tiyatro yapmaya karar verdiniz?
CB: ODTÜ, böyle bir okuldur işte; maden mühendisliğinde okuyan adam, sinema topluluğun başkanıdır. Fizik okuyan adam ise, tiyatro oyunu sahneye koyar. Ama sanırım asıl neden, gençken ne olmak istediğimizi bir türlü belirleyemememiz. Ben fizik okurken, asıl yapmak istediğim şeyin tiyatro olduğunu fark ettim ve tası tarağı toplayıp İngiltere’ye gittim.
ESQ: Memur bir ailenin çocuğu olarak, maddi anlamda böyle bir işe kalkışmak kolay olmasa gerek. Nasıl cesaret ettiniz?
CB: Çocukluk dönemimde, sık sık şehir değiştirmemizden midir bilinmez; ama bende, her şeye sıfırdan başlama gücü hep vardı. Bu nedenle, herkesin girmek için çabaladığı okulumu yarıda bıraktım ve İngiltere’ye gittim. O yaz, tesadüf eseri; Londra’nın farklı iki sokağında, iki ayrı arkadaşımla karşılaştım. Sonrasında, birinin dayısının yanında işe girdim, pazarda çorap sattım. Bir yandan da okula gidiyordum. Üstelik evliydim de. Ankara’da, bir İngilizce öğretmeniyle birlikteydim ve onu da peşimden İngiltere’ye sürüklemiştim.
ESQ: İşler umduğunuz gibi gitti mi, İngiltere’de?
CB: Başlangıçta, zordu tabii. Fakat sonra, her şey gayet güzel ilerledi. Birkaç arkadaşımla birlikte, Londra’nın varoş diye tabir edilebilecek bir semtinde tiyatro kurduk. O sırada, Mehmet Ergen’le karşılaştık ve kendisi, boş bir tekstil fabrikası bulduğunu ve burayı tiyatroya çevirmek istediğini söyledi. Ardından, bu işe birlikte kalkışmayı teklif etti. Böylece, “Arcola” adını verdiğimiz bir tiyatro kurduk. Her şeyi yoktan var ettik yani. İlk iki yıl, gerçekten çok zor geçti; ama sonra, İngiltere’de o kadar çok tutulduk ki, ödüle doymadık. Time Out İngiltere’de, “Eleştirmenlerin Seçimi” bölümünde, hep bizim sahneye koyduğumuz oyunların haberleri yer aldı. Anlayacağınız, hep birlikte orada, ciddi bir başarı hikâyesi oluşturduk.
ESQ: O tiyatro, hâlâ duruyor mu?
CB: Artık, orası kurumsallaştı. Şu anda, altı çalışanımız var. Hedefimiz, o tiyatronun aynısını burada da kurup, bu iki önemli dünya şehri arasında bir kültür alışverişi sağlamak. Oradaki İngiliz oyuncuları buraya getirip, buradakileri oraya götürmek istiyoruz. Hatta bu nedenle, burada, Talimhane Tiyatrosu’nu kurduk.
ESQ: Ne oldu da İngiltere’den dönmeye karar verdiniz?
CB: Babamın vefatıdır, benim buraya dönmeme neden olan. Yoksa kolay kolay dönmezdim.
ESQ: Babanızla nasıl bir ilişkiniz vardı?
CB: Ben ODTÜ’den ayrılıp İngiltere’ye gittiğimde, ailem hâlâ okula devam ettiğimi sanıyordu. Onları, birkaç yıl, hâlâ okuyorum diye kandırdım. Yalanım ortaya çıktığında, annem çok kızdı; fakat babam tek laf etmedi. O, anlayışlı bir adamdı. Ve de çok komik! Babam, tam “Leyla ile Mecnun” kafasında bir adamdı. Öyle anlarda, öyle tuhaf espriler yapardı ki… Yer aldığım bu diziyi izleseydi, eminim çok güler ve benimle gurur duyardı.
ESQ: “Leyla ile Mecnun”un kadrosuna nasıl dâhil oldunuz?
CB: Bu diziden önce, “Parmaklıklar Ardında” adlı dizide, kötü karakterli gardiyan Ekrem’i oynuyordum. O rolden sonra, bana yine o role çok benzeyen teklifler geldi. İstesem, televizyon dünyasında, o karakter üzerinden çok rahat ilerleyebilirdim. Fakat ben, daima aynı karakterleri oynayan oyunculara hep şaşırmışımdır. Bu nedenle, gelen tekliflerin hepsini reddettim. Kabul etmediğim için de, aslında o sezonu kaçırdığımı düşünmedim değil. Ta ki, bir arkadaşım, “Leyla ile Mecnun”dan bahsedene kadar. Kendimi bir anda, bu işin içinde buldum. Şimdi, “İyi ki beklemişim.” diyorum.
ESQ: Dizi; çok ses getiren, 7’den 70’e herkesin beğendiği, sahip çıktığı bir proje oldu. Bu kadar ilgi sizi şaşırttı mı?
CB: Biz ilk bölümü çekerken, çok tuhaf bir şey oldu. Ben, sanki bu günleri tahmin etmişim gibi; yönetmenimiz Onur Ünlü’ye, “Onur, bir bakıyormuşsun bizim çok kült bir seyircimiz oluyormuş, patlıyormuşuz.” dedim. O da “Ben de aynen öyle hissediyorum. Bu dizi, ya çok beğenilecek ya da dibe batacağız.” dedi. Anlayacağınız, umutlarımız yarı yarıyaydı; neyse ki dizi çok tutuldu.
ESQ: Türk seyircisi, absürt komediye pek alışkın değil. Bu nedenle, aslında bu tür bir dizide yer almak, biraz cesaret istemiyor mu?
CB: Hayatın kendisi risktir. Risk almayan insanlar, başarıyı yakalayamaz. Ben, memur ailesinden gelmeme ve hatta beni de memur yapmaya çalışmalarına rağmen, memur olmayı reddettim. Çünkü orada risk yok. Ay sonunu bekleyen sağlamcı insanlardır, memurlar. İçimdeki karakter, beni hep risk almaya itti. Bu nedenle, “Leyla ile Mecnun”un senaryosunu okuduğum anda, bu işte olmak istedim. Açıkçası Türkiye’de, kuşaklar boyu mizah dergileriyle büyümüş ve absürt esprileri dergide gören; fakat televizyonda bunun karşılığını bulamayan bir kitlenin olduğunu biliyordum. Bu diziyle birlikte, bu kitleyi yakalayacağımızı da… Ama umduğumdan daha fazla kitleye hitap etmeyi başardık. Absürt komedi noktasında, baya öncü bir iş yaptık. Dilerim, öncü olduğumuz bu yoldan yeni isimler yürür.
ESQ: Sizce, dizinin TRT’de yayımlanıyor olmasının; diziye, daha çok artısı mı, yoksa eksisi mi oldu?
CB: Herkes tam tersini düşünüyor ama eğer bu dizi özel kanallarda yayımlansaydı; emin olun, baştan çok veto yerdik. TRT yönetimi, bize hiç müdahalede bulunmadı. Bugüne dek, senaryo üzerinde tek bir değişiklikte dahi bulunmamızı istemediler. TRT; tecavüzü hikâyenin göbeğine oturtan, daha fazla reyting yapabileceğini düşündüğü işlerdense, bu tarz işlere daha rahat odaklanabiliyor. Bu nedenle, bence dizi iyi ki TRT’de yayımlanıyor.
ESQ: Dizide öyle bir karakteri canlandırıyorsunuz ki; insanlar, sizin için “Öylece durduğunda bile insanı güldürüyor.” tarzı yorumlarda bulunuyor. Bu yorumlara ne diyeceksiniz?
CB: Ben, İngiltere’den döndükten sonra, Türkiye’de “Aşk Delisi” adlı bir oyunda rol almıştım. Hatta orada canlandırdığım Martin karakteri ile Afife Jale Tiyatro ödüllerine aday gösterilmiştim. O dönem, pek çok arkadaşım bana, “Sen ödüllere layık gösteriliyorsun falan ama sahnede de aslında pek bir şey yapmıyorsun.” diyerek sitemde bulunmuştu. Ne yazık ki insanlar, bir şey yapmamanın, aslında bir şey yapmak olduğunu anlamıyor. Bizdeki komedi anlayışı, çok klasik biçimde, bağıra çağıra komedi olarak algılanıyor. Oysa komedide, en vurucu anlar, sessizlikleri oynadığınız anlardır. Yani asıl komiklik, hiçbir şey yapmamış olmakta. Bu nedenle, “Öylece durduğunda bile gülüyorum.” denildiğinde, ben aslında orada öylece durmuyorum. Ben, orada bir şey yapıyorum. Böyle söylediklerine göre de yaptığım şeyi doğru yapıyorum.
ESQ: Dizide ne ölçüde doğaçlama var?
CB: Neredeyse her sahnede! Hatta bazı sahneleri, yeniden yazıyoruz diyebilirim. Birçok şey, sette gelişebiliyor. Senaristimiz Burak Aksak, çok başarılı biri. O, bize çok sağlam bir senaryo gönderiyor; biz de kimi zaman, o senaryo üzerinden çeşitlemelere gidiyoruz. Emin olun, birçok efsane olmuş sahne, sette çıkmıştır.
ESQ: Mesela?
CB: “İsmail Ağabey, hooop!” repliği, tamamen yönetmenimizin “Yahu yakın sahneleri çekmeyelim şimdi; bunlar, hep böyle birbirine uzaktan bağırsın.” demesiyle diziye dâhil olmuş bir repliktir. Doğaçlama konusunda başka bir örnek vermem gerekirse; son bölümlerden birindeki sufle konusunu var mesela. Diziye, Yeşilçam oyuncuları dâhil olmuştu. Bu oyuncular, geçmişte ezber yapmak yerine hep sufle alarak çekim yaptıkları için; çekimlerde, ezber konusunda biraz zorlandı. Ben de, “Kardeşim, şuradan sufle verin.” dedim. Böylece, o anda verilmiş bir kararla, bu oyunculara arkadan sufle verildi ve o ses, diziye yansıdı. Benim oynadığım karakter de ara ara, “Nereden geliyor bu ses?” diyerek, ortaya komik diyalogların çıkmasına neden oldu.
ESQ: Şu sıralar, herkes size gülüyor. Peki, siz kimlere gülüyorsunuz?
CB: Haluk Bilginer ile “Sevgili Dünürüm” adlı dizide oynamıştık. Kendisiyle, İngiltere’den de tanışıyoruz. Benim idolümdür, Haluk Ağabey. Ona çok gülerim. Onun dışında, genç oyunculardan da çok güldüğüm isimler var. Mesela bizim dizide İsmail Ağabey’i oynayan Serkan Keskin de gerçekten çok komik bir çocuk. Bizim ülkemizde, senaristlerin ya da yönetmenlerin oyunlara gidip oyuncu izleme alışkanlığı yok maalesef. Serkan gibi keşfedilmemiş o kadar çok komedi oyuncusu var ki…
ESQ: Dizideki danslarınız için profesyonel yardım alıyor musunuz?
CB: O dansların hepsi, benim evde arkadaşlarıma, aileme zaten yaptığım danslar. Dolayısıyla, hayır; o dansların da hepsi, tamamen doğaçlama.
ESQ: Biraz da setten bahsedelim. Geçmişte bir dayak olayıyla gündeme gelmişti, “Leyla ile Mecnun” seti. Şimdi ortam nasıl?
CB: Bazen, gülme krizlerinden dolayı bir sahneyi çekemediğimiz anlar oluyor. Ama sonuçta, orada bir iş yapıyoruz. Zira bir ofis içinde ne tür çekişmeler oluyorsa, aynıları bizde de yaşanabiliyor. Beni, özellikle, sete gelen seyirciler çok mutlu ediyor. Çünkü her kesimden seyirci sete gelip, bizi izliyor. Görüyorum ki; biz, Türkiye’nin çimentosu gibi olmuşuz. Herkesimden insanın aynı şeye gülmesini sağlamışız. Özellikle bakkal kapalıyken kapı altından atılan mektuplar, bunu daha net görmemi sağlıyor.
ESQ: Neler yazıyor o mektuplarda?
CB: Hayat hikâyesini yazan da var, “Geldik, bulamadık. Böyle bakkalcılık mı olur?” diye soranlar da! Bütün mektupları saklıyorum. Onlar benim için çok değerli.
ESQ: Hayatı çok ciddiye alır mısınız?
CB: Hayatın en ciddi anlarında bile inanılmaz komiklikler vardır. Hastanelerde, cenazelerde; en gülmemen gereken yerde gülersin. Bence gülmek, güzeldir; hayatı acıklı bir hâle getirmenin, tabiri caizse “kasmanın” bir anlamı yok.
ESQ: Diziden arta kalan zamanlarda neler yaparsınız?
CB: Şu sıralar, eşimle bir bebek beklediğimiz için, çok hareketli bir sosyal hayatım yok. 29 Ekim gibi, bebeğimiz doğacak inşallah. Bu nedenle, eşimle şu sıralar, daha çok evde vakit geçiriyoruz.
ESQ: Sizin, 21 yaşında bir kızınız daha var. Nasıl bir babadır, Cengiz Bozkurt?
CB: Kızımla çok iyi anlaşırım. Onun her konuda fikir sahibi olması, en çok istediğim şey. Özellikle, memleket meselelerine kafa yormalı.
ESQ: Peki, ya sizin siyasetle aranız nasıl?
CB: Siyaset, her zaman hayatımın bir parçası oldu. Ailem, sosyal demokrattı. Ben de öyleyim. Henüz 13 yaşındayken, siyasetle tanıştım ve o günden itibaren, siyaset daima hayatımın bir parçası oldu. Hatta son seçimlerde, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nden milletvekili adayıydım. Ben herkesin, siyaset içinde, öyle ya da böyle bir taraf olması gerektiğini düşünüyorum. Ama kastettiğim şey, “klavye aktivizmi” değil. Onu, pek sevmiyorum. Bu nedenle de, Twitter ya da Facebook’ta, politik şeyler paylaşmıyorum. Benim için aktivizm, sokakta yapılan aktivizmdir; diğeri, gösterişten başka bir şey değil.
ESQ: Son dönemdeki “savaş haberleri”yle ilgili ne düşünüyorsunuz?
CB: Tarih, bu olayları şöyle kaydedecek: “NATO’nun ve emperyalist ülkelerin Orta Doğu’daki kaynakları paylaşma mücadelesi ve bu mücadele uğruna atılmış stratejik adımlar…” Yoksa Suriye’nin kazara bomba attığı falan; bunları kimse yutmaz.
ESQ: Önümüzdeki günlerde, “Leyla ile Mecnun” dışında başka ne gibi projelerle karşımıza çıkacaksınız?
CB: Dizinin haricinde, Osman Sınav’ın şu sıralar gösterimde olan filmi “Uzun Yol”da rol aldım. Onun dışında, 21 Aralık’ta gösterime girecek olan “Kod Adı Venüs” adlı bir filmde de rolüm var. Sonrasında ise, 2013 yılının sonlarına doğru, İngiltere’den bir arkadaşımın çekeceği bir filmde rol alacağım. Kendisi, daha önce çekmiş olduğu bir filmle Altın Portakal kazanmıştı. Anlayacağınız, önümüzdeki günler, bir hayli yoğun geçecek. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder