30 Eylül 2011 Cuma

Brezilya Fönü Ne Müthiş Bir Şeymiş!

Doğduğumdan beri saçlarım kabarıktır benim. Bazen banyodan çıkınca şans eseri kıvır kıvır olur, bazense ne yaparsam yapayım bir türlü şekle girmez. Denizden çıkarım kabarır, yağmur yağar kabarır, güneş açar kabarır. Yani lanet olasıca saç üşenmez, kabarmak ve bozulmak için tüm şansları zorlar.

İşte bu nedenle, tam 4 yıldır, gün aşırı saçıma press uyguluyorum. Saçım düzleşiyor düzleşmesine ama bir o kadar da kırılıp dökülüyor. Üstelik gün aşırı uyguladığım için de bu işlem çoğu zaman bana işkence gibi geliyor.

Pardon geliyor-du. Bu noktada di'li geçmiş zaman kullanmam gerekiyor. Çünkü geçen gün artık canıma tak etti ve Grupfoni'de rastladığım bir kampanyayla Brezilya Fönü uygulaması satın aldım. Başlangıçta elbette ki bir tedirginlik yaşadım. O kadar ki; annem, babam ve abim banyodan çıktığımda saçımın ne şekilde olacağıyla ilgili iddiaya dahi girdiler. Abime göre boşuna para vermiştim, babama göre ise saçım düz olacaktı ama biraz hayalkırıklığına uğrayabilirdim.

Bu baskıyla banyo yaptım ve çıkıp saçımı fön makinasıyla kuruttum.

Sonuç mu?

Saçım resmen dümdüz oldu.


Düz saçlı halimden bir kare:)

Kabarık ve şekil almayan saçlardan muzdarip olan herkese Brezilya Fönü'nü şiddetle öneriyorum. Gerçekten banyodan çıkıp press yapmadan sokağa çıkmak müthiş bir duyguymuş, tatmanız gerek.

Farkındayım biraz şampuan reklamı tadında bir yazı oldu bu ama idare edin :)

Son olarak Brezilya Fönü'nün çevremdeki insanlar üzerinde yarattığı olumlu etkileri de paylaşıp gideyim.

Annem: Artık press yapmadığım için saçlarım dökülmüyor ve bu en çok annemi mutlu ediyor.
Erkek arkadaşım: Banyo yapıp saçımı düzleştirmem uzun vakit aldığı için kimi zaman kapıda beklemek zorunda kalan erkek arkadaşımın kapı önünde bekleme süresi bir hayli azaldı.
Abim: Her press yaptığımda "Yine mi kafa ütülüyorsun Zeynep" esprisini bir süreliğine rafa kaldıracağı için çok mutlu:)
Babam: Press elektriği çok çeken bir alet ve bu nedenle babam elektrik faturalarında ciddi oranda düşüş bekliyor.
Arkadaşlarım: "Yağmurda yürüyemem saçım kabarır!" kaprislerimden kurtuldukları için çok mutlular:)

Yani sizin anlayacağınız bir taşla bir sürü kuş vurdum! :)

Herkese Sevgiler,
Z.

29 Eylül 2011 Perşembe

Önyargılarınızdan Kurtulun! Hemen, Şimdi!

Dikkatinizi çekmiştir. Bugün pek çok blogger HIV/AIDS ile yaşayan insanlar için elele tutuştu, birbirinden anlamlı fotoğraflar çektirdi ve bu virüsü taşıyan insanların da aslında birer "insan" olduğunu gözümüze gözümüze sokmak için kolları sıvadı.

Bu hareketin öncülerinden ve en yakın arkadaşlarımdan biri olan Miray Uçar, uzun bir süre önce bana bu projeden bahsettiğinde çok heyecanlanmıştım. Blogger'ların gücünü bildiğimden bu işin çok ses getireceğine ve bu anlamlı konunun insanların dikkatini çekeceğine de emindim. Nitekim öyle de oldu. 1-15 Ekim tarihleri arasında Taksim Metro İstasyonu Talimhane çıkışında sergilenecek olan bu fotoğraflar daha şimdiden pek çok İnternet sitesinde ve hatta gazetelerde yer almaya başladı bile...







Aslında yapılan iş çok büyük. O kadar fazla insan cinsellikte korunmanın gerekliliğinin farkında değil ki... Eminim pek çok erkek prezervatif kullanmamayı erkekliğin şanından sayıyor ve kızlar da bu konuda yeterince katı davranamıyor.

Yine aynı şekilde o kadar fazla insan AIDS'in aslında ölümcül bir hastalık olduğunu ve dokunarak, öpüşerek ya da aynı ortamda bulunarak bulaştığını düşünüyor ki...

Oysa HAYIR! AIDS öyle dokunmayla, konuşmayla,öpüşmeyle bulaşmıyor.

Gelin siz de önyargılarınızı bir kenara atın ve bu insanların sosyalleşme, yuva kurma, iletişime geçme yani kısacası yaşama haklarını ellerinden almayın.

Ve tabiki siz de gidip hemen bir HIV/AIDS testi yaptırın. Yukarıda saydığım sebeplerden dolayı, olur da "pozitif" çıkarsa da korkmayın... Hayata POZİTİF bakın, emin olun herşey daha güzel olacak...

Fotoğraflar: Dilan Bozyel
Kurucu Bloggerlar: Miray Uçar & Styleboom
Katılan Bloggerlar: Pucca, Ceri Levis , Onur Yuksel, Koray Caner, Serapla Moda, Zet Fashion, Cindrella Under The Umbrella, Moda Cadısı, Modenise, Atgotten, Kim Lan Bu Hayatimin Erkegi, Pipi Disko, French Oje, Twitdayı ,Can Direkli, Alışveriş Cini, Fashion By Siu, Bilun Şen, Stilize, Styleboom, Miray Uçar
http://www.sorumlublog.com/
http://www.pozitifyasam.org/

Sevgiler
Z.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Pop Müzik Dinliyorsan Aptalsın Demektir

Hep söylemişimdir: bu ülkede rock müzik dinleyince kültürlü göründüklerini, "diğerleri"nden farklı düşündüklerini ve pop müzik dinleyenlerle kıyaslanamayacak kadar da cool olduklarını zannedenler var. Yani diğer bir deyişle; rock müzik dinleyenler akıllı ve kültürlü, pop müzik dinleyenler ise tam bir gerizekalı.

Hele bir de Serdar Ortaç dinliyorsanız yandınız, bittiniz... Bi zahmet köprüde inip intihar ediniz.

Yanlış anlaşılmasın ben Serdar Ortaç dinlemiyorum. Özellikle son albümlerini de çok vasat buluyorum. Ama eski albümlerinden bir kaç sevdiğim şarkısı da yok değil. Ve ben buna rağmen gerizekalı değilim.

Haydi başka bir pop müzik sanatçısından bahsedelim. Farzı mishal Tarkan. Kim bu adamın sanatına laf edebilir? Kim Tarkan nedir yahu, ses mi var onda diyebilir? Bana göre hiç kimse... Ama yok arkadaş, Tarkan dinliyorsan da tam bir aptalsın bu ülkede...

Ne kadar saçma bir mantıktır bu. İnsanları okudukları kitaba, üniversiteye ya da dinlediği müziğe göre yargılamak... Örneğin Yeditepe Üniversitesi özel okul olduğu için ve genel anlamda puanı devlet üniversitelerine oranla daha düşük olduğu için, devlet okullarının öğrencileri yargılar buraya giden insanları. Kimilerinden duymuşumdur "Amaaan Yeditepe'de mi okuyor? Zeki değil o zaman." tarzı cümleleri.

Ben kendi okulumda, İstanbul Üniversitesi'nde, kendi sınıfımda ne aptallar tanıyorum sizin haberiniz var mı? Ve yine ben, Yeditepe'ye giden ne kadar zeki iç mimarlar, hukukçular, moda tasarımcıları ve diş hekimleri tanıyorum, bir bilseniz...

Yani demem o ki, bu ülkede herşeyi insanların önyargıları belirliyor. Teoman dinleyen kültürlü sanılıyor, Yaşar dinleyen "Aman ne salak!" oluyor. ÖSS'de heyecanlandınız, stres yaptınız, düşük puan aldınız ve özel okula gittiniz. Yine gerizekalı sıfatı size yapıştırılıyor. Yani insanlar önyargılarından, saçma mantıklarından bir türlü vazgeçmiyor.







Ben Türk Sanat Müziği'ne bayılıyorum, Tarkan konserine gidiyorum, Jazz Müziğ' ölüp bitiyorum, an geliyor Serdar Ortaç'ın eski şarkılarını da dinliyorum. Müzik bir keyif meselesidir. Kimisi klasik müzikten alır o keyfi, kimisi metal müzikten, kimisi ise jazz'dan.

Sonuçta müzik hayatta yaşadığınız anları güzelleştirmek içindir. Bırakın herkes o anları istediği gibi zenginleştirsin. Bu onları daha aptal ya da zeki yapmaz. Hele hele kültürlü ya da cahil hiç yapmaz. Aynı şekilde bir insanın okuduğu okul (elbette ki istisnalar vardır ama...) da onun zekasını göstermez. Zira bence
önemli olan hayattaki başarıdır okuldaki değil...

Ne zamandır bu konuyla ilgili içimi dökmek istemiştim, kısmet bugüneymiş. Oh rahatladım valla...

Neyse ben de Serdar Ortaç'tan  " Seni Çöpe Atacağım Poşete Yazık" adlı şarkıyı açayım. ( Şaka şaka) :)

Herkese bol müzikli günler,
Z.

23 Eylül 2011 Cuma

İşte Bunu Seviyorum!

Geçtiğimiz aylarda nefret ettiğim şeyleri bir bir kaleme almıştım ya, heh şimdi de şu hayatta en sevdiğim şeyleri yazayım dedim. O halde başlıyorum...

İngiltere'yi...
Edebiyatı, okumayı, yazmayı...
Duvar kağıtlarını...
Notting Hill filmini ve de onun soundtrack'ini ( 20 küsür kere izlemişimdir bu filmi)
Kışın, dışarıda kar yağarken sinemaya gitmeyi, çıkışta ise sıcacık kestane yemeyi...
Filtre kahveyi...
Jazz müziği ( Norah Jones, Tony Bennet, Ella Fitzgerald ve Michael Bubble favorimdir)...
Kız arkadaşlarımla içki içip sapıtmayı, herşeye ama herşeye kahkalarla gülmeyi...
Votkanın Redbull'lu olanını...
Arnavutköy'deki Takanik adlı minik balıkçıyı...
Ailemi...
Blog'umu:)
Yeni yerler keşfetmeyi...
Burger King'in Ranch Sosunu...



İnançlı olmayı...
Fenerbahçe'deki Happy Moon's u ve bu keyifli mekanın Honey Mustard Sosunu ( Mutlaka burada bu sosu deneyin. Mutlaka... )
Çiçeklerden laleyi ve fulyayı...
Vapurla Avrupa Yakası'na geçmeyi...
Sıcacık poğaçayla yapılan kahvaltıları...
Fön çektirmeyi...
Esmer olmayı...
Shakespeare'i ve en sevdiğim oyunu Othello'yu...
Beşiktaşı...
Şener Şen'i...
Siyah göz kalemini...
Sevdiğim şarkıları ağbimin sesinden dinlemeyi (bknz
Derbi maçlarını...
Evimizde kurulan rakı sofralarını...
Early Grey çayı...
Kitap ayraçlarını, ingiliz usulü çay fincanlarını...
Gece yapılan uzun yolculukları...
İstanbul Üniversitesi'ni...
French ojeyi...
Nargile içmeyi...
Kuzenlerimi...
Erkek arkadaşımı...
Ve ailesini..
Bir espriyi sakız gibi uzatmayı...
Erkek çocuklarını... ( Yalnız mümkünse 2-3 yaşında olsunlar:) )
Şayeste yengemi... ( Bir tanedir o birtaneeee)
Kruvasanı...
Yağmurlu bir havada üzerime battaniyeyi çekip uyumayı...
Güneşli havada ise klimayı açıp uyumayı:)
Güneşlenmeyi...
Alışveriş yapmayı...
Başarılı olmayı...
Dior'un Addict parfümünü..
Nivea'nın vişneli lipstick'ini...
Moschino'nun UOMO erkek parfümünü...
İzlediğim bir film ya da kitap hakkında saatlerce yorum yapmayı ( okuldan gelen bir alışkanlık):)
Neşeli Günler ve Bizim Aile filmlerini sayısız kez izlemeyi...
Türk Sanat Müziği'ni...
Karamelli dondurmayı...
İri yüzükleri...
Yeşil eriği...
Hayal kurmayı ama daha çok onları gerçekleştirmeyi...
Yeni insanlarla tanışmayı...
Girdiğim her ortamda en çok konuşan olmayı...
Babamla playstation oynamayı...
Ayşe Kulin'i ve Virginia Woolf'u...

Ve son olarak bu blog'u takip eden, yorumlarını da esirgemeyen siz blogger'ları çok ama çok seviyorum:)

Sevgiler,
Z.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Ben Döndüm.

Tam 16 Haziran'dan beri yazmamışım. Küçükken de böyleydim ben. Günlük tutmaya başlardım, bir kaç ay yazardım sonra bir bakardım ki aylardır yazmamışım.

Hoş, o zamanlar anlatacak çok hikayem de yoktu aslında. Hergün okuldan eve, evden okula süregelen, ara sıra amcalara dayılara gidilen, bir kaç yakın arkadaşın doğum gününde eğlenilen rutin bir hayatım vardı ne de olsa:) Sınavdan pekiyi alırdım, gelip onu yazardım. Okulda hoşlandığım çocuk benden silgimi isterdi, yine gelip onu yazardım.



Şimdiyse herşey farklı. "Hohohoo şahane bir hayat yaşıyorum, bir gün o partide ertesi gün şu partideyim!" durumu yok elbette ama yine de her günüm ayrı bir atraksiyonla geçiyor.

Mesela bugün yakın arkadaşlarımdan birinin on güne kadar evleneceğini öğrendim. Kabaran saçlarımın beni daha fazla delirtmesine dayanamayarak Brezilya fönü yaptırmaya karar verdim ve kuaförden randevu aldım. Dockers tarafından eğlenceli olacağını düşündüğüm bir lansman partisine davet edildim. Kendime yeni bir kitap satın aldım ve daha ilk sayfasından onu çok sevdim. Röportaja gittim ve Esquire'ın Kasım sayısında yer alacak yeni bir ünlü isimle tanıştım.  

Eh, yazacak birşeylerim varmış demek ki... E peki bu uzun süredir yazmama olayım nedir benim?

Hemen söyleyeyim: iş hayatı.

Hele bir de işiniz yazı yazmaksa; evet bu durumun nedeni, kesinlikle iş hayatı.

Ama olsun en azından sevdiğim işi yapıyorum diyerek bu konuyu burada kesiyorum. Ben geri döndüm.Vallahi döndüm.

İnanmıyorsanız yarın da bloğuma uğrayın. Yeni bir yazı göreceksiniz. Yemin ederim ki... :)

Herkese sevgiler,
Z.