27 Eylül 2013 Cuma

İğne Delikleri


Tuncel Kurtiz'in ardından tüm kaybettiklerimize gelsin... Çok çok iyi değil mi? 




Alıntıdır.

Sevgiler,
Z. 

6 Ağustos 2013 Salı

Bu Şekerler Yenmiyor!


Mayıs ayında 5 yıldır birlikte olduğum adamla nişanlandım. Sevdiklerimizle, aile içinde yaptığımız bu nişan Fenerbahçe Köşkü’nde gerçekleşti ve her şey tam da gönlümüze göreydi.
Hayır, hayır… Burada detaylarıyla nişan gününü anlatacak değilim, az sonra burada bahsedeceğim şey nişanda gelen konuklara sunduğumuz küçük hediyelikler olacak. Özellikle yakında nişanlanacak ya da evlenecek ve konuklarına gerçekten farklı bir şeyler sunmak isteyecekler için bahsedeceğim bu hediyelerin nimet değerinde olacağını düşünüyorum J
Oldum olası nikâh şekerlerini gereksiz bulmuşumdur. Sırf adet diye o şekerlere bir dolu para verilmesini niyeyse anlayamıyorum. Yine de anı olması açısından nikah şekerleri önümüzdeki bir kaç yüzyılda da var olacak biliyorum. Benim derdim şekerle değil elbette. Anı diye verilen şekerin içinin yiyilip dışının atılmasına kafam bozuluyor:) 
İşte bu nedenle, ben, gelen konuklara gerçekten saklayabilecekleri, işlerine yarayacak fakat bir o kadar da şık ufak hediyeler sunmak istedim. Çareyi ise www.bonbonmarket.com’da buldum. Nişan öncesi bu siteyi mutlaka incelemenizi tavsiye ediyorum. Hem nişan ve düğün için hem de doğum sonrası için birbirinden ilginç onlarca hediye barındıran bu sitedeki tüm ürünler dünyaca ünlü Kate Aspen marka ve Amerika’dan özel olarak getiriliyor.
Ben onlarca seçenek arasından siyah ve beyaz Viktoryan tarzı açacakları tercih ettim.






Herkesin mutfağında kullanabileceği, hatta erkeklerin dahi anahtarlıklarına takıp yanlarında taşıyabileceği bu açacaklara herkes bayıldı. Özellikle kutuları o kadar şıktı ki hiç birimiz açmaya kıyamadık. Beyaz ve siyah olmak üzere iki farklı kutuda ve iki farklı tasarımla satılan bu açacaklar benim kesinlikle favorim oldu! Aşağıda masalarımızda nasıl durduğunu görebilirsiniz.


Bu masaya komple siyah gelmiş:)
Şampanya kovası şeklinde mutfak saatleri…
İnanılmaz şık şarap tıpaları…
Son olarak buradan Bonbonmarket yetkilisi Aslı Hanım’a sonsuz teşekkür ediyorum. Sayesinde davetimiz çok daha şık bir hal aldı. Daha iyisi olamazdı! Tekrar teşekkürler!

Nişan sonrası gittiğim evlerde açacakların mutfağın başköşesinde duruyor olması ise beni son derece mutlu etti. Yani hem masalarda çok şık bir görüntü oldu, hem insanları şaşırttık, hem de herkes kullandığı için verdiğimiz para çöpe gitmedi. Yine de bu açacaklara karar verene dek tüm ürünler arasında öyle çok gittim geldim ki…
Çünkü bonbonmarket.com’daki ürün çeşitliliği sınırsız.
Bekarlığa veda partinizde arkadaşlarınıza hediye edebileceğiniz manikür seti…


İçinde deterjanlı su bulunan ve üflediğinizde baloncuklar çıkaran minicik şampanya şişeleri…





Kitap ayraçları…

Minik çerçeveler…

Masa kartlıkları…


Minik mumlar…


Minik yelpazeler…

Ve aklınıza gelebilecek onlarca şey var.

Yakında doğum yapacaklar için ise favorilerimi sıralayayım.,

Küçük mumlar…

Minik ayaklar şeklindeki kurabiye kalıpları…



Mama kaşıkları…


Uzayan kalemler…

Minik çırpıcılar…
Yumurta şeklinde sabunlar…


Hepsinin de özelliği inanılmaz şık kutularda sunuluyor olması.

Anlayacağınız burada çeşit yok. Aklınızı kaçırmamak için hızlıca bir göz atın ve ilk beğendiğinizi satın alın derim. Yoksa siteden günlerce çıkamazsınız

Herkese sevgiler,
Z.


23 Temmuz 2013 Salı

PARİS'TE 3 GÜN



Hayatımın hiçbir döneminde Paris’i merak etmedim. Ama bir mangal sofrasında, arkadaşlarımın “Yaa THY kampanya yapmış, haydi gelin Paris’e gidelim.” çığlıklarına da karşı koyamadım. Hele onların da isteğiyle tarih olarak doğum günüm olan 14 Şubat’ı da seçince iyice bir kanım kaynadı Paris’e, ne yalan söyleyeyim:)

Tam 12 kişilik yaptığımız plan, kimisinin işten izin alamamasıyla, kimisinin ailesinde nükseden rahatsızlıklarla 5’e düştü. Yine de kalktık gittik geçtiğimiz 14 Şubat’ta Paris’e…

İtiraf edeyim; önyargılarla gittiğim bu şehre bayıldım. Kaldığımız otelin sokağının köşesinden dönüp de görkemli Eiffel kulesini görmek, sanki yıllardır adını duyduğun ama bir türlü yüz yüze tanışamadığın birini görmek gibiydi. Çoğu insan demir yığını dese de, ben bu mükemmel demir yığınına tabiri caizse âşık oldum. Bizim gittiğimiz gün tam 14 Şubat olduğu için o gün Eiffel’i saat başı farklı bir şekilde ışıklandırıyorlardı. Biz erkek arkadaşımla Eiffel’in tepesine çıktığımızda tam da o anda o ışıklar yanmaya başladı ve erkek arkadaşım bana evlenme teklif etti.

Evet, o sırada 4,5 yıldır birlikteydik ve günün birinde evlenmeyi düşünüyorduk ama ben o gün orada böyle bir teklif almayı hiç ama hiç beklemiyordum. Galiba bu nedenle, bir dolu nedenden dolayı hiç beklemediğim bu teklif karşısında tepkim “Evet.” demek yerine “Ay dur sinirim bozuldu.” demek oldu :)

Neyse buraları atlıyorum, öhömm öhömm… Ve işte tatil benim için ondan sonra başladı… Paris’e âşık oldum demiştim ya, o tekliften sonra Paris’e olan bağlılığım psikopatlık derecesinde bir hal aldı. Biliyorum, bu şehir de beni çok seviyor :)

Gelelim bu postu asıl yazma nedenime. Yani Paris’te neler yapılır, biz ne yaptık, size ne tavsiye edeceğim onları anlatmaya…


İlk gün öğleden sonra oradaydık. Şirin mi şirin otelimiz Eiffel kulesine çok yakın bir noktadaydı. Tüm şehirde mükemmel bir metro ağı olduğu için her yere kolaylıkla ulaşabiliyorsunuz ama biz yine de genellikle yürümeyi seçtik. Çünkü ben kesinlikle, bir Avrupa şehrinin en güzel yürüyerek keşfedildiğini düşünüyorum. Bu arada havaalanından otele Paris Dolmuşu denilen bir sistemle gittik. Özellikle bir grup arkadaşla gidiyorsanız havaalanından otele olan transferleriniz için Paris Dolmuşu bulunmaz nimet, aklınızda olsun. Hem taksiye bir dolu para vermiyorsunuz, hem de metro vs. uğraşmıyorsunuz. Mantıklı bir fiyata onlar sizi otelinize kadar bırakıyor. Kendilerine şu adresten ulaşabilirsiniz: www.parisdolmusu.com

Dediğim gibi otelimiz Eiffel’e çok yakın bir noktadaydı. Otelden de son derece memnun kaldık. Eğer aşırı lüks düşkünü değilseniz, temiz bir oda, temiz bir banyo, ilgili çalışanlar ve güzel bir kahvaltıysa aradığınız, o halde bu oteli size şiddetle tavsiye edebilirim. Otele de şu adresten ulaşabilirsiniz: http://www.splendid-hotel-paris.com/

Peki, ilk gün neler yaptık? Otelimize yerleştikten sonra Eiffel’e çok yakın bir yerde harika bir yemek yedik. Yemeğin başında ise Fransızların meşhur soğan çorbasından içtik. Çorbanın içinde bütün kızarmış ekmek ve üzerinde kaşar peyniri vardı. Çorbanın içinde ekmek olmasını biraz garipsesem de tadını çok beğendim.




Sonrasında ise biraz çevreyi dolaşıp Eiffel kulesine çıktık. Bu noktada ufak bir hatırlatma yapayım; eğer kuleye yürüyerek çıkarsanız -ki asla tavsiye etmiyorum, kesinlikle çok yorucu oluyor- çok düşük bir ücret ödüyorsunuz. Ama bir yandan da asansörler için o kadar uzun kuyruklar oluyor ki, insan bir, bir buçuk saat beklemeyi göze alamıyor. Biz beklemeyi göze alamayanlardan olduk ve evet, tüm o merdivenleri yürüyerek çıktık. Tepeye vardığımızda karşımızdaki manzara o kadar büyüleyiciydi ki bacaklarımın ağrısını bir anda unuttum. Yine de hiçbir manzaranın Boğaz’ın manzarasıyla boy ölçüşemeyeceğini düşünüyorum.





360 derecelik manzaranın bir kısmı
Yukarıda bir hayli vakit geçirdikten sonra ise aşağı inip bir cafe’de Paris’in meşhuuur kreplerinden yedik. İncecik üç lokmalık krep elbette ki bizi kesmedi. Sizi de kesmeyecektir, aman dikkat :)

Ertesi günkü planımız Disneyland’di. İçeri girdiğiniz anda kendinizi bir masal dünyasının tam ortasında bulacağınız bu muhteşem parka gitmeyi düşünenlere birkaç tavsiyede bulunacağım. Metroya binerken kesinlikle çift yön bilet alın ve yön panolarında Disney logosunun yandığı metrolara binin. Disneyland’a vardığınızda ise tüm oyuncaklara sıra beklemeden binebilmek için yaklaşık 10 – 15 Euro daha fazla verip mutlaka fast pass alın. Böylece beklemeden istediğiniz her oyuncağa rahatlıkla binebilirsiniz.



Paris'in metro ağı mükemmel!

Peki, biz nelere bindik? Kış ortası olduğu için hava her ne kadar bizim şansımıza mükemmel olsa da bazı aletler açılmamıştı. O nedenle biz bolca space mountain’a ve The Hollywood Tower Hotel'de bulunan asansöre bindik. Özellikle asansöre bayıldım diyebilirim. Bir asansöre biniyorsunuz ve sizi müthiş bir hızla neredeyse 25 katlı bir otelin tepesine çıkarıyor. Sonra en tepeye geldiğinizde kapılar açılıyor ve siz kendinizi dışarıda buluyorsunuz. Ardından ise yine müthiş bir hızla asansör kabini aşağı düşüyor. Aşağıdaki fotoğrafta oteli ve o anda kapalı olan kapıları görebilirsiniz.




Parkın girişi


Onlarca dükkandan bir kaçı...

İçerisinde size uzay yolculuğu yaptıran müthiş eğlenceli Space Mountain...

Uçan halılara ne dersiniz?



Burası bir restoran!

Hemen arkada Walt Disney stüdyoları...



Alaaddin'in lambası ve ben:)

İşte özel gösteriler başladı!




Karayip Korsanları treni... Müthiş eğlenceli!

Disney’de oyuncakların yanı sıra gezip görebileceğiniz bir dolu şey var. Açıkçası ben, buraya çocukken gelmediğime sevindim. Çünkü her taraf o kadar fazla Disney’e dair ıvır zıvırlar, kalemler, kupalar, oyuncaklar, örtüler ve daha bir dolu şeyle dolu ki bu yaşımda bile hepsini almak istedim. Çocukken gelsem nasıl bir ruh haline bürünüp alamadığım her eşya için ağlardım, düşünmek istemiyorum.

Disney için bir tavsiyem daha var. Girişte, iki park içeren biletlerden alın ve mutlaka kapılar açılırken orada olun. Üç parkı kapsayan biletlerden almayın çünkü biz sabah saat 10.00’da giriş yaptığımız halde akşamın bir körüne kadar iki dev parkın tamamını gezemedik bile. Bu arada mutlaka ama mutlaka Adventure Land adlı parka bilet alın. Çünkü yetişkinlere yönelik çoğu oyuncak bu parkta yer alıyor.

Kısacası Disneyland’i çok ama çok sevdim. İçeri girdiğiniz andan itibaren bir masal dünyasının içindeymişsiniz gibi hissettiren, dört bir yandan çizgi film müziklerinin duyulduğu bu dünya muhteşemdi! Anlayacağınız üzere, ikinci günümüz de böyle geçti…

Ertesi gün metroya atlayıp St. Germain’e gittik. Buraya da tek kelimeyle bayıldım! Ünlü Notre Dome kilisesi ve St. Micheal heykeli burada yer alıyor. Aynı zamanda Louvre müzesi de yine St. Germain’e çok yakın. Buraya geldiğinizde mutlaka Seine nehrinin üzerinde motorlarla bir tur atın. Seçeceğiniz menü ile fiyatlar kişi başı 18 ila 54 Euro arasında değişiyor, aklınızda olsun.
Notre Dome Kilisesi

Seine Nehri
Yunan sokağına uğrayın. Nehrin üzerinde nefis fotoğraflar satan satıcılara göz atın. Köşe başlarını tutmuş tatlıcılarda nefsinizi köreltin. Sonra ise illaki ama illaki Louvre müzesine gidin.


Paris'in meşhuuur çiçekçilerinden biri...


Hediyelik sabunlar


Biz bu resme bayıldık.




Tamamının üç günde gezilebildiğini duyduğum Louvre Müzesi'ne giriş 10 Euro. İçerisi o kadar büyük ki, kaybolabilirsiniz. İçerideki sanat eserlerini, eserler önünde çizim yapan sanat öğrencilerini ve elbette hep kitaplardan okuduğumuz duyduğumuz sanat eserlerini görmek harika bir histi. Mona Lisa’nın önündeki kocaman kalabalıktan ise hiç bahsetmeyeyim.






Aşağıda 1800'lü yıllarda bu çeşmeyi taşıyan heykelleri görebilirsiniz.


Bir Michelangelo heykeli...


Ünlü Mona Lisa özel korumalı bölme içinde...

Bu adamın tek şanssızlığı sanırım bu yüzyılda doğmuş olması :)
St. Germain’de o kadar çok gezilip görülecek yer var ki, Champs Elysees’e akşam anca vakit kalabildi. Açık konuşayım bu ünlü cadde beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Sanırım bu, çok fazla modern caddeler ya da cafeler görmek istemediğim için olsa gerek… Belki de ben çok fazla beklentilerle gittim, bilemiyorum. Yine de bu görkemli caddede ünlü otomobil markalarının dev showroom’larını görmek güzeldi.





Akşam olduğunda açlığımızı bastırmak için daha önce Paris'e gidenlerin öve öve bitiremedikleri L’antircotte’de Cafe De Paris soslu et yedik. Ufacık ete ve bir tabak dolusu patates kızartmasına 25 Euro vermek dünyanın en aptalca şeyi gibi geldi bana… Yine de buraya gitmeden Paris’e gitmiş sayılmazsınız diyenler var. O halde siz de mutlaka deneyin. Bu arada Fransa’daki restoranlar oldukça pahalı olmasına rağmen, market ve şarküteriden alınan şarap, peynir ve jambonlar Türkiye’ye göre oldukça ucuz kalıyor. Aklınızda olsun…

Cafe de Paris soslu et


Tüm bunların dışında Paris'te mutlaka görmeniz gereken başka yerler de var. İyisi mi siz;

Müthiş görkemiyle Avrupa'nın en ihtişamlı alışveriş merkezi olan La Fayette'i gezmeden,


La Fayette'in içi bir sarayı andırıyor...



AVM'nin kubbesi

Opera Binasını, müthiş güzellikteki Paris’in bahçelerini, ressamlar tepesini, Napolyon’un mezarını ve Orsay Müzesi’ni görmeden,

 Leon’da Provenze usulü midye yemeden,





Her köşe başında bulabileceğiniz leziz sandviçlerden tatmadan,

 Laduree’e uğramadan,



Eiffel’in hemen arka sokağında her Cumartesi günü kurulan ve çok şık Fransız porselenleri bulabileceğiniz bit pazarına göz atmadan,




Ve tabii ki bol bol macaron, tatlı, vs yemeden...



Bu şehri terketmeyin...

Ha bir de, bu şehre kız kıza falan değil, mutlaka sevdiğiniz adamla gidin. Birbirinize daha da âşık olarak döneceğinizi garanti ederim.



Şerefe!
Z.