8 Eylül 2010 Çarşamba

Shirley Jackson & Piyango

       İnsanlar geleneklerine nasıl bağlılardır değil mi? O kadar ki; sorgulamadan, üzerinde düşünmeden bir olayı sırf geçmişten gelen bir gelenek diye kabul ederiz, uygularız ve hatta uygulamamayı aklımızın ucundan bile geçirmeyiz.

 Örneğin; basit bir örnek olacak belki ama nikah davetiyeleri yada nikah şekerleri. Günümüz 2010’unda düğününüze gelen kaç kişi sizce o davetiyeleri saklıyordur? Bence düğün bittiği an o davetiyeler çöptedir.Ama biz gelenek diye illa bastırırız o davetiyeleri, oysa düğünden herkesin haberi vardır ve her misafir illaki aranmıştır.

Peki ya nikah şekerlerine ne demeli? Genellikle istiridye içine inci koyma suretiyle hazırlanan bu şekerler! de genelde düğünden sonraki birkaç hafta saklanır, daha sonra “amaaan toz yuvası” denilerek çöpe atılır.

İstiridyeli nikah şekeri dağıtacağına ya gerçekten yaratıcı ol insanlar evinde saklayabilsin yada eti browni dağıt birer tane, insanlar yiyebilsin =)

      En ama en çok sinirlendiğim ve komik bulduğum gelenek ise evlenen kızlara bekaretinin korunduğunu gösteren kırmızı kurdele takma olayı. Bir kere o kurdeleyi takan kıza buradan sesleniyorum:
”Çok mu meraklısın herkesin bunu öğrenmesine? Bunun facebookta statune ben bakireyim yazmanla ne farkı var ? Ayrıca şöyle bir durumda var, biz nereden bileceğiz doğru olup olmadığını ?”

      Kısacası hepimiz geleneklerimizi körü körüne kabul ediyoruz ve sorgulamıyoruz bile, istedikleri kadar saçma yada gereksiz olsunlar… İşte bugün sizlerle paylaşacağım kısa öykü tam da bu konuyla ilgili ama çok daha çarpıcı bir şekilde ele alınmış.Aslında sadece insanların geleneklerine nasıl körü körüne bağlandıklarını değil aynı zamanda insanların nasıl hayatın akışına karşı duyarsız ve boş olduklarının da altını çizen bir öykü
Shirley Jackson

    Amerikalı yazar Shirley Jackson tarafından yazılmış ve Amerika da yayınlandıgı 1948 yılında tabiri caizse edebiyat dünyasına bomba gibi düşmüş bu kısa öykünün adı The Lottery ( Piyango). Yayınlandığı tarihten beri öykünün sıradan başlangıcı insanları öyle bir sona götürüyor ki , en son cümleye gelene kadar tam olarak ne olduğunu kavrayamıyorsunuz ve son cümle yüzünüze bir tokat gibi iniyor. Burada hikayede geçen olayı anlatmak yerine hikayenin tamamını paylaşmamın daha uygun olacağını düşünüyorum çünkü ancak ozaman bu öykünün tadına ve farkına varabilirsiniz.

    Son olarak bu kısmı öyküyü bitirdikten sonra okumanız tavsiye edilir çünkü bu paragraf küçük bir analiz niteliği taşır.Yani vakit ayırıp ve merak edip aşağıda linkini verdiğim öyküyü okuyanlara sesleniyorum bu paragrafta :)

  Eyy sevgili edebiyat severler; öyküde yaşlı olarak betimlenen insanlar aslında gerçek hayattaki büyüklere ( siyasetçilere, politikacılara ve başımızda bulunan başbakanlara ) birer gönderme.

 Bu göndermeyle yazar, bu kişilerin bizleri nasıl düşünmeyen, ne verilirse onu alan koyunlara çevirdiklerini, insanın aklının alamayacağı saçmalıkları bile hiç düşünmeden sorgulamadan sırf onlar istiyor diye yada geçmişten beri böyle yapılıyor diye kabul etmemizi ve son olarak bunların korkunç sonuçlarını nasıl çarpıcı şekilde vurguluyor değil mi?

 Özellikle de çocuklar nasıl pıyango dan önce taş toplarken okullarından bahsederek sanki o günün diğerlerinden bir farkı yokmuş gibi davranabiliyorlar.Öyküde insanlar sorgulamamanın sonucunda nasıl da vahşet dolu bir olayı normal bir olay gibi karşılayabiliyorlar.
Gerçekten bunun üzerine söylenebilecek çok fazla şey var ama ben Shirley Jackson’ın bu öyküyle demek istediği şeyin altını kalın bir çizgiyle çekip gidiyorum :)

LÜTFEN DÜŞÜNÜN VE SORGULAYIN ! Körü körüne hiçbir şeye inanmayın ! ha birde, tamam istiyorsanız nikah şekeri yaptırın ama ne olur o kurdeleyi takmayın :)

Herkese iyi bayramlar ve sevgiler ;

Z.
                                                 
                                                    Bu adresten öyküye ulaşabilirsiniz .

       http://cennetelmasindakikurt.blogspot.com/2007/09/piyango-shirley-jackson-evegemen-imre.html



3 Eylül 2010 Cuma

Samuel Beckett & Godot 'u Beklerken..

Herkese tekrar merhaba ;

         Bugün varolamayan izleyicilerime değil, üye olan tam 10 izleyicime ve bir okadar da üye olmayan ama takip ettiğini bildiğim yaklasık 15 kadar izleyicim icin yazıyorum :) Öncelikle herkese güzel yorumları için tesekkur edıyorum cunku bu yorumlar beni gercekten cok mutlu etti. Yalnız blog konusunda ustalasmıs bir arkadasım bana kendimi sadece ingiliz edebiyatıyla sınırlandırmamamı, türk edebiyatıyla ilgili yada bazen farklı konularla da ilgili yazmamın benim için daha iyi olabileceğini söyledi.

       Şöyle bir düşündüm evet haklı olabilir , bu nedenle  aralarda farklı bir tat olsun diye degısık konularda yazılarda bulabılırsınız blogumda , oyuzden aslında ,o dun defolun dedıgım okuyucular icin biraz pişmanlık duymuyor degılım :) O anda bir hırsla agzımdan cıktı, cok sınırlenmıstım ,ne yapayım :) Aman canım bız bıze yeterız dıyerek bu konuyu kapatıyorum ve baslıkta ki konuya gecıyorum.

       Acaba kacınız bu başlığa aşina , Samuel Beckett'ı tanıyor yada Godot'u beklerken ( Waiting for Godot) adlı eseri okudu? Bence pek çoğunuz okumadı , işte bu noktada ben devreye giriyorum ve sızı artık bu utanctan kurtarıyorum:) Yarın obur gun kim 500 mılyar ıster e katılırsanız ve bununla ılgılı bır soru cıkarsa gonul rahatlıgıyla cevap verebılirsiniz yada kız arkadasınız Godot'u Beklerken adlı oyuna gıdelım dedıgınde aa dur ben sana gıtmeden bır analızını yapıyım dıye hava atabılırsınız. Hayır yani ,ben size daha  ne yapayım ?  :)

      Pekii kimdir bu garip isimli oyunu yazmıs Samuel Beckett? 1900'lu yılların baslarında dogmus aslen İrlandalı olan nobel ödüllü bir yazar, sair, elestirmen ve oyun yazarı. Absürd tiyatronun en önemli temsilcilerinden. Onun adına yazılıcak pek cok bilgi var ama benım amacım burda derınlemesıne Samuel Beckett'ı tanıtmak degıl cunku ozaman bu blog sıkıcı bır hal alabılır. Ben sadece kısa bılgılerle bu yazarları tanıtıp, sızın ılgınızı bunların uzerıne cekmeye calısacagım, eger ılgınızı cekerse zaten sız kendınız arastırırsınız. Herseyıde yazardan ( ki bu ben oluyorum ! :D ) beklememek lazım.

Samuel Beckett
        Beckett'ın az cok kim oldugunu anladık peki Godot' u beklerken nasıl bir oyundur , ne anlatır , Godot nedir, bir araba markası falan olabılır mı ?

       Godot aslında hiç var olmayan biridir. Bu oyun 1949 da yani ikinci dünya savaşı sonrası yazılmıstır ve Türkiye de ilk olarak 1963 yılında sahnelenmiştir.  Genellikle I. ve II. Dünya savaşları her ülkenin edebiyatını etkilemiştir ve bu oyunda II. dunya savasının sonuclarından etkılenılerek yazılmıs bır oyundur. II. dunya savası sonrası ınsanların Tanrıya olan ınancları azalmıs ( cunku tum bu vahsetın ve savas sonrası cıkan fakırlıgın eger Tanrı ıstemeseydı olmayacagına ınanılıyordu ), evlerini, işlerini ve hatta ailelerini savaşta kaybeden insanlar artık kendilerini hiçbir şeye bağlı hissetmemeye başlamışlardı. Yalnız hepımız bılırız kı birşeye kendını bağlı hissetmek; Tanriya , bir eşe , cocuguna, cok sevdıgın mahallene yada işine vb. insana yasama sevıncı verır, diğer bir deyısle yasaması ıcın bir neden... Oyuzden Samuel Beckett'da savas sonrası bu kopmuslugu ,hiçliği farketmiş ve bunun üzerine bu oyunu yazmıstır.

     Oyundan bahsedince tam olarak nedemek istediğimi anlayacaksınız. Oyunda, sahnede, gene hiçliği sembolize etmek için sadece bir ağaç vardır ve  Estragon ile Vladimir adlı iki adam.. Bu iki adam sürekli birbirine Godot nun ne zaman gelecegını sorarlar. Birisi artık bugun gelecegıne emın oldugunu, digeri ise kac gundur bekledıklerını ve artık gelmesı gerektıgını soyler.

     Diyaloglar aynen bu sekılde devam ederken, sahneye elınde ucu Lucky adlı bır adamın boynuna baglı bir ip tutan Pozzo girer. Lucky boynunda kopeklere baglanan cınsten bır ıp olmasına ragmen Pozzo'nun esyalarını da tasımaktadır. Pozzo Lucky ı dover, ıter, asagılar , tıpkı bir kole gıbı davranır ve bu sırada Estragon ve Vladımır le sohbet eder. Buradaki dıyalogları burada anlatmam oldukca uzun surecegı ıcın bı zahmet alın da kendınız okuyun magazın gazetelerı okuyacagınıza dıyor ve gecıyorum :)

     Oyunun sonunda bir haberci icerı gırer ve Vladımır le Estragon heyecan ıcınde sorar : "Godot Gelıyor mu ?" Habercinin cevabı ıse onları hayalkırıklıgına ugratır. Hayır Godot bu akşamda gelmeyecektır ama yarın gelıcegıne soz vermıstır. Oyun bu sekılde biter.

Waiting for Godot - İngiltere Sahnesi
         Şimdi hepinizin nasıl yani oyun bitti mi? Eee ne alaka yeeeaa tarzı beni kızdıracak tarzda cümleler kurdugunuzu duyuyorum. Tabı bu sekılde anlatınca son derece sıkıcı , bır anlamı olmayan abuk bır oyun gıbı gelıyor size,ee burda "çok güzel hareketler bunlar" dan bahsetmıyoruz, sonunun sızı kahkahalarla guldurucegı falan yoktu tabıkı.Orada Yılmaz Erdogan soruyor ya oyunun ana fıkrı neydı arkadaslar dıye, cok dusunmeden hemen soyleyıverıyorsunuz oyunun ana fıkrını cunku sızı dusundurtmuyor zaten oyuzdende populer kulturde erıyıp gıdecek bır sure sonra o skecler. Marıfet bu oyunun ana fıkrını bulabılmekte, sızı gercekten dusunduren, sorgulatan, beynınızı calısmaya zorlayan bu oyunun ..
       Aslında sayfalar dolusu ınceleme ve elestırı cıkabılıcekken ben analızımı kısa tutacağım cunku hıssedıyorum sadede gel dıyen bırılerı dolanıyor gene ortalıkta:) Bır kac satır once anlattıgım gıbı savas ınsanları bir hiçlik duygusuna ıtmıstır ve insanlar hiçbir yere yada hıcbır seye kendılerını aıt hıssetmemektedırler. Fakat bir yere ait olmama duygusu yada hayatta bir amacının olmadıgını bılmek ınsanı ıntıhara goturur. Bu yuzden Vladımır ve Estragon aslında kendı kafalarında Godot dıye bırını yaratmıslardır ve hayatlarının amacını bu adamın gelmesı olarak belırlemıslerdır. Godot gelene kadar yasamlarını surdurmek zorundadırlar ,Godot u beklemek onları hayata baglayan tek seydır. Ve Godot hiçbir zaman gelmez...

       Peki hiçbiriniz bana şu soruyu sormayacak mı ; neden Lucky boynunda iple Pozzo ya bagımlı olarak esır gıbı yasıyor ?

       Cunku bu aslında onu mutlu edıyor , Lucky istese boynundan o ipi soker atar fakat ıstemıyor cunku ozaman hiçbir seye baglı olmayacak ve hayatta bır amacı da olmayacak. Pozzo ya baglı olmak onun tercıhı ve ıcten ıce bu onu memnun edıyor. Kımbılır belkı de Beckett bu karakterın adını Lucky ( şanslı ) koyarak aslında bir nev-i ironi yapmıstır.

       Aslında hepımızın hayatında bir Godot var ve bız ona turkce de UMUT dıyoruz :) Nasıl oyundakı karakterler Godot a baglanmıssa yasamak ıcın , bızde umutlarımıza baglanıyoruz. Çünkü ne demısler umutsuz yasanmaz..
ps: Bu oyunu okulda 20. yy Cagdas Ingılız Tıyatrosu adlı dersde gormustuk ve ben sınavından okul hayatımın ilk 100 unu almıstım. NE ? Gercekten cok fesatsınız ya , ılk konu olarak bunu secmemın 100 almamla tabıkı bır ılgısı yok :)

Sevgıler , Z.


  




2 Eylül 2010 Perşembe

Neden Blog Actım :)

        Öncelikle her nekadar suan bir izleyicim dahi olmasa da ; yine de ben açılışı kocaman bir merhabayla yapmak ıstıyorum :)
 
       Şimdi bir sen eksiktin gibi sesler duyar gibiyim ama telaş yapmayın illa okuyun diye kimseyi zorlamayacağım. Ama biraz olsun edebiyata ilgi duyuyorsanız , yada özellikle ingiliz edebiyatını merak edıyorsanız, Shakespeare in adını cok duyduğunuz halde hakkında hiçbirşey bilmiyorsanız, bir romanı incelerken edebiyatçılar neye göre inceler hep merak etmişseniz, Jane Eyre i küçükken okumuş ve sadece bir genc kızın buyume evresı olarak algıladıysanız ama aslında derinlerinde ne için yazılmıs bir roman oldugunu bulamadıysanız, yada hala Alice Harikalar Diyarında'nın bir çocuk hikayesi oldugunu dusunuyorsanız ve belkide en önemlisi ingiliz edebiyatının sadece Shakespeare den olustuguna inanıyorsanız ozaman dogru yerdesınız. Cunku tum bu dusuncelerınız yanlıs ve dogrusu bu blog da olucak :)

Bronte sisters
      Eminim ki burada yayınladıgım her incelemeyi okudugunuzda , aslında okudugunuz kitabı nekadar eksik anladıgınızı ve asıl dıkkat etmenız gereken noktaları nasıl onemsız gordugunuzu goruceksınız. Samuel Johnson yada Virgina Woolf gibi dünyanın en iyi yazarlarını tanımaya baslıcaksınız, Sheakspeare 'in oyunlarının insana nasıl hazlar verdıgını kesfedıceksınız yada kısa öykülerin aslında nekadar önemli eserler oldugunu ve onları incelerken nasıl keyıf alındıgını farkedıceksınız. Kısacası boş boş okumaktansa , anlayarak derinlemesine okumanın keyfine varıcaksınız.En azından ben böyle olmasını umuyorum :)
     Örneğin; hepiniz eminmki Shakespeare'in oyunlarından birinde geçen  " olmak yada olmamak, işte bütün mesele bu" sözünü duymuşsunuzdur ve belkide hepiniz bu sözün Hamlet'in ağzında hayat buldugunu da bılıyorsunuzdur , peki bu söz bu oyunda neden soylenmıs , aslında gercekte ne anlama gelıyor ve önemi ne hiç düşündünüz mü? Bana ne bundan diyen birkaç kişinin sesini duyar gibiyim, işte şuan bu blogun size göre olmadıgını anladınız, hoşçakalın :) Kesin siz bu sözü facebook ta statunuzde enazından bır kere paylasmıssınızdır da , ozaman rica edicem anlamını, önemini , kim tarafından , niye söylendiğini bilmediğiniz sözlerden uzak durun.Siz hala okumaya devam mı ediyorsunuz? Lütfen defolun :)

      Kısacası dıyorum kı; Henry Fielding'in, Samuel Beckett'ın, Geoffrey Chaucer'ın yada Bernard Shaw'un kim oldugunu bılmeyen avukatlar, öğretmenler, ressamlar yada mimarlar olmayın. Gelin hepberaber ingiliz edebiyatını keşfedelim :)

     NOT: Evet itiraf edıyorum mezun oldum, iş arıyorum ve canım cok sıkılıyor oyuzden ılk basta sırf eglence olsun dıye actım bu blogu :) Yanı oyle aman cıddı seyler konusayım, ınsanlıga bır faydam olsun gıbı dertlerım olmadı. Hala da yok, ben kendi kendime yazıcam okumak isteyenlerin basımın ustunde yerı var :)

Sevgıler , Z.