26 Aralık 2012 Çarşamba

Kazanan Belli Oldu!

Herkese selam,

Sephora Auto Bronzer Yüz Jeli'nin ve Sephora'dan gelecek bir diğer sürprizin sahibi belli oldu! Yorum bırakan 9'uncu kişi yani "undenied" kazandı! 

Kendisinden elayza@windowslive.com adresine iletişim bilgilerini göndermesini rica ediyorum. Kendisine bu ürünle birlikte, bir de Sephora marka lipstick hediye edilecek...Umarım beğenir :) 

Başka bir hediye çekilişinde görüşmek üzere,
Sevgiler... 





25 Aralık 2012 Salı

İKİ ARKADAŞ

İki küçük arkadaştılar.

Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Birbirlerine "kardes" derlerdi, siz düşünün ilişkilerinin derecesini...

Birlikte lastik atladılar, barbie oynadılar.

Tatillere gittiler, yaz kış hiç ayrılmadılar.

En gizli sırlarını birbirleriyle paylaştılar, insanlar nereden tanısıyorsunuz dediklerinde aralarındaki ilişkiyi anlatmakta zorlandılar. Nasıl anlatılırdı ki bu, anlatsalar da anlamazlardı ki...

Aynı şeylere güldüler. Hem de çok fazla... İkisinden başka kimse anlamadı neye güldüklerini. Ve onlar bu yüzden daha çok güldüler.

Ya sen benden önce ölürsen dedi bir gün küçük olan, diğerine...

Allah korusun dedi büyük olan, katlanamazdı böyle bir şeye...

İkisi birden, göz yaşlarına boğuldular. Sonra durup, hallerine gülmeye başladılar.

Birbirlerini korumak için annelerine yalan söylediler, biri kendi üzerine aldı suçu, diğeri kendi üzerine...

Ne farkederdi ki, onlar kardeştiler.

Yıllar böyle geçip gitti, büyüdüler.

Sonra ne mi oldu?



Bir erkek geldi.

Masal da burada bitti.

Kıssadan hisse: Hayatınızda asla "asla" demeyin. Hayatta hiç ummadığınız şeyler başınıza gelebilir. Siz yalnızca herkese hak ettiği kadar değer vermeye çalışın, o zaman kendinizi terk edilmiş hissettmez, hiç üzülmezsiniz...

Sevgiler,
Z.

21 Aralık 2012 Cuma

HEDİYE: SEPHORA AUTO BRONZER







Herkese selam,

Yeni yıla nerede, kiminle, nasıl gireceğinizi bilmiyorum ama bronzluğa meraklı her kadının her zaman olduğu gibi o gece de, bronz bir tene sahip olmak isteyeceğinden eminim. 

İşte bu nedenle bu blog'da ilk kez bir hediye veriyorum. Siz buna kısaca yeni yıl hediyesi de diyebilirsiniz:)

Sephora'nın güneşsiz bronzlaştırmada uzman ürünü: Sephora Auto Bronzer Yüz Jeli! 

Yapmanız gereken tek şey, bu postun altına yorum bırakmak. Random.org üzerinden yapılacak oylama sonucunda kazananı 25 Aralık Salı akşamı açıklayacağım...

Üstelik kazanana Sephora'dan bir sürpriz daha var! Haberiniz olsun... 

Herkese mutlu bir yeni yıl dilerim,
Z.

19 Aralık 2012 Çarşamba

4: YEŞİLKÖY BALIKÇISI


İstanbul’un en nadide köşelerinden biri olan Yeşilköy’de, sahilin hemen paralelindeki bir ara sokaktayız. Sokağın ortasına taşmış masalar, akşama hazırlanan ve telaşlı bir şekilde oradan oraya koşuşturan çalışanlar, yeni tutmuş olduğu balıkları mekânlardan birine satmaya çalışan bir-iki balıkçı ile bu sokak, tam bir balıkçılar sokağı. Görür görmez bayıldığımız bu sokakta, Yeşilköy Balıkçısı’nı arıyoruz. Esnaftan birkaç kişi, hemen işaret ediyor aradığımız yeri. İçeri girdiğimizde, eski ile yeniyi birleştirmiş; fakat daha çok eskiye rağbet etmiş bir meyhaneyle karşılaşıyoruz. Duvarlarını, bulunduğu sokağın yağlı boya tablolarının süslediği bu mekân, ilk bakışta içine çekiyor bizi. 








Hemen sahibiyle; yani Selim Ataacar ile tanışıyoruz. Ataacar’ın anlattığına göre; Yeşilköy Balıkçısı’nın mazisi, çok eskiye dayanıyor. Uzun yıllardır bu sokakta konuklarını ağırlayan mekân sahibi, buranın en çok, her dinden insanı barındırmasını sevdiğini söylüyor. Yıllardır bu sokakta kardeşçe rakılarını yudumlayan müşterilerin buradan memnun ayrıldığı aşikâr. Zira önümüze gelen lezzetler, kulağımıza çınlayan Türk sanat müziği ile birleşince; tam bir ziyafete dönüşüyor. Mesela biraz buharda biraz da ızgarada pişirilen palamut, nefis. Aynı şekilde, her bir katı arasında deniz mahsulü bulunan balık böreği de öyle… İnce hamur arasında dereotu, kalamar ve karides parçalarının bulunduğu bu börek, kesinlikle favorimiz oluyor. Yemek sonrası, mekânın Cunda adasında görev yapmış olan Egeli aşçısı; bu kez önümüze, dondurmalı irmik helvası koyuyor. Kaşığı irmiğin ortasına daldırdığımız anda etrafa yayılan dondurmaya da, helvanın kendisine de bayılıyoruz. Anlayacağınız, Yeşilköy Balıkçısı, lezzet konusunda bizden tam not alıyor.




Buharda pişmiş palamut

Dondurmalı irmik helvası

Mekânın atmosferi, eski tarz meyhane kültürünü sevenler için bulunmaz nimet. Kahverengi masaları, duvardaki Atatürk köşesi, hemen arka taraftaki akvaryumuyla mekân; bize nostaljik bir hava yaşatıyor. Doğrusu biz, bu nostaljik havayı da çok ama seviyoruz!
Tlf: (212) 573 67 89 90

MEKANIN KÜNYESİ 

Müzik
Mekânda, Türk sanat müziği çalıyor. Pazartesi, çarşamba, cuma ve cumartesi günleri ise, canlı fasıl var.

En çok tercih edilen lezzetler
Sıcak otlar, soya soslu ahtapot, balık böreği, levrek sarma, buharda palamut, özel mücverler

Kapanış saati
En geç 02.00’da kapanıyor.  

Kuver var mı?
2 TL

Rezervasyon
Hafta içi çok gerekli değil; fakat hafta sonu, mutlaka yaptırmanız gerek.

Kişi Başı Ödeyeceğiniz Ortalama Ücret
75 TL

Bilmeniz gerekenler
Mekânın en üst katı, özel toplantılar için tasarlanmış. İçkilerle dolu bir bar ile projeksiyonun bulunduğu bu katı, özel toplantılarınız için kapattırabilirsiniz.

Ulaşım
Deniz otobüsüyle Bakırköy’e gidip, oradan taksiye binebilirsiniz.

Otopark
Yok.

Not: Bu yazı, tarafımdan, Esquire Dergisi için yazılmıştır.
Fotoğraflar: Uluç Özcü 

18 Aralık 2012 Salı

Sosyal Medya Delileri


Kimileri yaşadığı hayatı farklı göstermeye pek meraklı…

Yaşadığı her şeyi, aslında başkaları için yaşayan insanlardan söz ediyorum…

Yakışıklı bir sevgilisi olmasını aslında yüzüne baktığında içinin açılacağı bir adamı arzuladığından değil, etrafındakilerin onu delicesine kıskanması için istiyor mesela…

Cumartesi gecesi ailesi ve sevgilisiyle birlikte geçirdiği huzur dolu o geceyi diğerlerine nispet yapmak için yüklüyor Instagram’a. “Bakın ben ne mutluyum, aaa sizin hala sevgiliniz yok mu?” demenin bir başka yolu bu aslında.

“Şurada şu partideyiz!” mesajını sosyal medya aracılığıyla veren hiçbir insanın aslında o anda orada çok eğlendiğine inanmıyorum ben. Çok eğlenen hiç kimsenin elinde telefonu olmaz çünkü, telefon çantanın diplerinde bir yerdedir, insanın aklına bile gelmez.

Hayatınızın Sex and the City dizisiyle yarışacak cinsten olduğunu insanlara kanıtlamanın derdine niye düşersiniz ki?

Dün yediğiniz o nefis et yemeğinden bize ne?

Sevgilinizi ne kadar sevdiğinizden…

Size aldığı hediyeden…

Dün akşam evinizde kurduğunuz sofradan…

İkinizin şarkısının ne olduğundan…

Gerçekten bize ne?

Lafım sosyal medya fenomenlerine ya da gerçekten ünlü olan insanlara değil. Çünkü onlar insanlar tarafından merak ediliyor, yaptıkları yedikleri her şeyleri... 

Hele hele markayla bir anlaşma yapılmıştır ve tüm bunlar bir para uğruna atılıyordur, ok. O zaman iş daha da başka… O zaman yapılan işe saygı duyarım, çünkü o bir projedir, üzerinde düşünülmüş bir iştir. Bir reklamdır en nihayetinde, televizyonda neden reklamlar var diye kızmak nasıl anlamsızsa, sosyal medyadaki bu viral reklamlara da kızmak o denli saçma bence. 

Ama anlaşma falan yoksa ortada, ünlü ya da fenomen değilseniz, sıradan biriyseniz ve sırf  “Bakın ben ve çevremdekiler çok mutlu! Biz şahaneyiz!” havası vermeye çalışılıyorsanız, işin o kısmı bana çok komik geliyor…

Hayatı kendi için yaşamanın ne demek olduğunu anlamalı insan. Sırf Instagram’da paylaşacak diye kahvesini soğutan bir dolu insan tanıyorum. Yemeği buz gibi olmuş ama yok, Facebook’a fotoğraf yükleyecek. 

Az biraz tutucu bir ülkede yaşıyor olmasak, aşağıdaki fotoğraf bile imkansız gelmeyecek artık bana. 


Yahu bir sakin olun, oturun güzel güzel tadına vara vara yemeğinizi yiyin.

Gittiğiniz partide manzaranın tadına varın, bırakın başkaları nerede olduğunuzu bilmesin. Siz o geceden keyif aldınız mı? Her şey unutulmaz mıydı? Eee daha ne?

Kime neyi ispat etmeye çalışıyorsunuz, anlamıyorum ki…

Buradan sosyal medyanın cılkını çıkarmış herkese sesleniyorum;

Evet, sizin hayatınız şahane, bizde her gün evde çekirdek çitliyoruz. He canım he! 

17 Aralık 2012 Pazartesi

DEKORASYON: AHŞAP MANDALLAR






Şu postumda önümüzdeki günlerde ahşap mandallarla ilgili bir kaç fikir paylaşacağımı söylemiştim. Ben, az sonra karşılaşacağınız her bir kareye bayıldım, umarım siz de beğenirsiniz...

Özellikle ilk fotoğraf, beni, yakında bir marangoza giderek "Bunun aynısını bana yap n'olur!" diye yalvartacak cinsten... Ve evet, bir kaç gün içinde gidip yalvaracağım:)

İşte o diy fikri ve diğerleri...













Herkese sevgiler,
Z.

3: BALIKÇI SABAHATTİN




Eminönü’nden Ahırkapı’ya doğru giderken, Belediye Binası’nın sağından giriyorsunuz ve birden, kendinizi 1930’lu yılların ortasında buluveriyorsunuz. Yani İstanbul’un, İstanbul olduğu zamanlarda… Dar sokaklarında top oynayan çocukların, iki katlı evlerin, dükkânının önünü süpüren esnafın ve en önemlisi de korna gürültüsü olmayan sokakların olduğu zamanlarda… İşte Balıkçı Sabahattin, tam da böyle bir resmin içinde konumlanmış. 1927 yapımı bir köşkte hizmet veren mekânın hikâyesi, yaklaşık 20 yıl önce Sabahattin Bey’in babasının var olan köfteci dükkânını bir balıkçıya çevirmesiyle başlıyor. İlk başta, bu binaya taşınmadan önce birkaç sokak arkada, yalnızca iki masanın yer aldığı küçücük bir dükkânda işe koyulan aile, ardından işleri büyütüyor ve Osmanlı mimarisine sahip bu görkemli binaya taşınıyor. Mekânın kapısında, sizi o günlere götüren bir tekerlekli araba karşılıyor. İçeri girdiğinizde ise bir çıkmaz sokak ve bu sokağa dizilmiş ahşap masa ile sandalyeler… 




Hemen sağ tarafta iki farklı alan dikkatimi çekiyor. Babasının yokluğunda mekânın işletmesini üstlenen Serkan Bey, mekânın artık kendilerine yetmediğini ve dolayısıyla büyümeye gittiklerini anlatıyor. O sırada kapıdan içeri giren bir turist kafilesini görünce ne demek istediğini daha iyi anlıyorum. Bu öğle saatinde bile içerisi bir hayli dolu. İçimden, bir de burayı akşam görmek gerek diye geçiriyorum… Akşamları tepedeki renkli ampullerin yandığı, hafif caz ve blues ritimler ile şen kahkahaların doldurduğu bu mekân, ayrı bir atmosfere sahip oluyor, belli. Balıkçı Sabahattin’e yalnızca bilenler geliyor, ne de olsa mekân çok da merkezi bir yerde değil. Haliyle, şöyle bir geçerken keşfetmeniz de pek mümkün değil. Yine de mekân, hem hafta içi hem de hafta sonu dolup taşıyor. 

Balıkçı Sabahattin’in sırrı ne diye soracak olursanız; bu mekânın, işini severek yapan insanların elinde olması diye cevap verebilirim. O kadar ki; mekânın sahibi Sabahattin Bey, 60 küsur yaşında olmasına rağmen restoranın her şeyiyle hala kendi ilgileniyor, utanıp sıkılmadan tuvaletleri bile kimi zaman kendi temizliyor. Onun, işini bu denli sahiplenmesi de başarıyı getiriyor…

Balıkçı Sabahattin’in bir sırrı da, açıldıkları günden bu yana aynı aşçılarla yola devam ediyor olması. Mekânın, aşçıları gibi değişmeyen bir ilkesi daha var; zeytini ve zeytinyağı illaki Mudanya’dan geliyor. Balıklar ise günlük olarak balık halinden ve Galatasaray Burnu’ndaki olta balıkçılarından alınıyor.

Mekanın en güvendiği lezzeti midyeli pilav. Lezzetine nail olduğumuz bu pilavı, yolunuz Balıkçı Sabahattin’e düştüğü takdirde mutlaka denemelisiniz. İlk lokmada tarçınla midyenin mükemmel birleşimini tadıyor, garsona “Aynısından bir tane daha!” dememek için kendinizi zor tutuyorsunuz. 2000 yılının ilk üç ayında The New York Times’a haber olan bu pilav, mekânda en çok beğendiğimiz tat oluyor. Aynı şekilde roka, nane, beyaz peynir, karides ve balzemik sostan oluşan Sabahattin Salata ile fener kavurma da nefis bir lezzet, muhakkak tavsiye ediyoruz. Tabii bir de lakerda var ki; Balıkçı Sabahattin, o lezzeti de kendine has püf noktalarıyla sahiplenmiş. Önümüze şık bir sunum eşliğinde gelen lakerda, damağımızda yumuşacık ve çok da tuzlu olmayan bir tat bırakıyor. Haliyle bu lezzete de tam not veriyoruz.

Midyeli pilav 


Sabahattin Salata

Balıkçı Sabahattin de yediğiniz bir şeyi beğenmeme ihtimaliniz neredeyse sıfır. İşin içine bir de yılların tecrübesiyle harmanlanmış bu keyifli atmosfer, güler yüzlü ve işinin ehli garsonlar da girince Balıkçı Sabahattin kısa sürede “en”lerinizden oluyor. Bizden söylemesi…
Tlf: (212) 458 18 24

Mekânın Künyesi

Müzik
Jazz - Blues (Yine de çok özel müşteriler için mekânın üst katındaki bir oda kapatılıp, arka mahalleden birkaç roman getirtildiği de oluyor. Haberiniz olsun!)

Öne Çıkan Lezzetler
Midyeli pilav, fener kavurma, lakerda, Sabahattin salata.

Kapanış Saati
24.00

Kuver Ücreti
5 TL

Rezervasyon
Gerekli, hatta şart!

Otopark
Yok

Ulaşım
Mekânın hemen arkasında tren istasyonu var. Eğer treni tercih etmezseniz, vapurla Eminönü’ne gelip, taksiyle de devam edebilirsiniz.

Kişi Başı Ortalama Ödeyeceğiniz Fiyat
90 TL

Bilmeniz Gerekenler
Mekâna GPRS ile gelmeye çalıştığınızda karşınıza Yenikapı’da bir adres çıkıyor. Mekân yetkilileri bu durumu düzeltmeye çalışmış; fakat bir türlü başaramamışlar. Bu nedenle siz siz olun, kendinizi Ahırkapı yerine Yenikapı’da bulmak istemiyorsanız, en azından şu sıralar GPRS’e güvenmeyin.

Not: Bu yazı, tarafımdan, Esquire Dergisi için yazılmıştır.
Fotoğraflar: Uluç Özcü 

13 Aralık 2012 Perşembe

2: ELEOS


Dünkü konsept salaş bir balıkçıydı. Bu nedenle Akın Balık'tan bahsettik, bugün ise Eleos'tayız... 




Sezen Aksu, “Kalbim Ege’de Kaldı” adlı şarkıyı boşuna yazmış olamaz. Hepimizin kalbi, bir tatil dönüşü, bir şekilde Ege’de kalmıştır. Kimimiz masmavi denizini özlemişizdir şehre dönünce kimimiz mis gibi kokan begonvillerini… Kimimiz ise rakı balığın hayat bulduğu, insana huzur veren küçük restoranlarını özlemişizdir, Ege’nin. Eğer siz de kalbi Ege’de kalanlardansanız; gelin sizi, İstanbul’un göbeğinde, Ege’yi yaşatacak bir mekânla, Eleos’la tanıştıralım. 




Eski bir balıkçı köyü olan Yeşilköy’ün ara sokaklarından birinde, bir Katolik kilisesinin karşısında, eski bir av köşkünde konumlanan Eleos; mavi-beyaz kareli örtüleriyle, pencerelerinin önündeki mavi cumbalarıyla ve elbette ki içeriden süzülen Rum ezgileriyle, tam bir Ege balıkçısı. Buraya Ege balıkçısı dememizin, başka nedenleri de var. Mekânın sahibi Aleks Karaköse, Rum komşularıyla çokça vakit geçirdiğinden, Rum mutfağının kıyıda köşede kalmış tüm gizli tatlarını biliyor. Bu sayede de Eleos’un menüsünde, Türk mezelerinin ve Yunan lezzetlerinin yanı sıra, nefis Rum mezeleri de bulunuyor. Anlayacağınız, Ege’nin her köşesinden bir lezzet var burada. Mekânın dekorasyonu da, Ege’ye özgü zira. Ayda en az iki kez Yunanistan’a giden Karaköse, mekânın tüm dekorasyonunu, oradan satın aldığı objelerle tamamlamış. Duvarlarda, masaların üzerinde; yani gözünüzün iliştiği her yerde, Ege’ye ait inanılmaz güzel detaylar var. Ve bu detaylar, önünüze gelen nefis lezzetlerle birleşince, gerçekten de kendinizi bir Ege balıkçısındaymışsınız gibi hissediyorsunuz.






Peki, Eleos’ta ne gibi lezzetler var? Bir kere masaya oturduğunuz anda, size; uzo, limon ve esmer şekerden yapılma bir yunan içkisi olan “Sfinaki” ikram ediliyor. Ardından ise, öneriler ardı ardına gelmeye başlıyor. Mezeler, gerçekten birbirinden lezzetli. Özellikle, patlıcandan, haydariden bıkıp yeni bir şeyler denemek isteyenler için; çok fazla seçenek var. Şahsen biz, garsonlar tarafından önerilen ıstakoz kavurmaya, saganakiye ve köri soslu ahtapota bayıldık. Özellikle, bir Rum mezesi olan saganakiyi, mutlaka ama mutlaka tatmalısınız. Aynı şekilde, istiridye kabuğunda servis edilen deniztarağını da mutlaka deneyin. Bu arada hatırlatalım; bu mekân, son derece cömert bir mekân! Çünkü aralarda, masanıza; mantar ızgara, kabak tava, asma yaprağına sarılı hellim peyniri ikram olarak geliyor. Üstelik yemek sonrası, çikolata şelalesi, sakızlı fırın helva ve limon sorbeden biri de yine ikram. Şahsen biz, limon sorbeyi tercih ediyoruz ve tercihimizden son derece memnun kalıyoruz.

Kalamar ızgara

Deniz tarağı

Saganaki

Köri soslu ahtapot

Menüye dair tüm merakımızı giderdikten sonra, bu kez, mekânın sahibi Aleks Karaköse ile biraz sohbet etmeye başlıyoruz. Bu güler yüzlü adam, her ay en az iki kez, Yunanistan’da bulunan Thasoss adasına giderek; kalamardan ahtapota, zeytinyağından kekiğe kadar, dükkânın tüm mahsulünü oradan getirdiğini anlatıyor bize. Ardından ise, bu durumun, Eleos’un tam anlamıyla bir Ege balıkçısı olmasında önemli bir rol oynadığından bahsediyor. Bu noktada kendisine, deniz manzarasının eksikliğini hissedip hissetmediğini soruyoruz. Karaköse, başını “Hayır.” anlamında sallıyor. Bir de burayı akşam gelip görmemiz gerektiğini, karşı kilisenin ışıkları da yanınca burada muhteşem bir ambiyans oluştuğunu; insanların, kendilerini sanki Yunanistan’daki ara bir sokakta yemek yer gibi hissettiklerini söylediğini anlatıyor. Gözlerimizi kapatıp şöyle bir hayal ettiğimizde, gerçekten de kilisenin buraya bambaşka bir hava katmış olduğunu fark ediyoruz. O sırada, başka bir şeyi daha merak ediyoruz. Sahi, Eleos ne demek? Karaköse, mekânı açmaya karar verip de etrafı incelemeye geldikleri bir gün, karşı kilisedeki bir grup Yunan turistin ellerini havaya kaldırarak “Eleos!” diye bağırdıklarını duymuş. Yanlarına gidip sorduğunda, “eleos”un, Yunanca’da “merhamet” demek olduğunu öğrenmiş ve o anda restoranın adına karar vermiş. Ancak sunduğu lezzetler, gecenin sonunda, midenize merhamet etmiyor; o kadar çok doyuyorsunuz ki çareyi, yemek sonrası Yeşilköy sahilinde bir tur atmakta buluyorsunuz. En azından, biz öyle yaptık.

Mekândan ayrılırken; bugüne dek “En İyi Meyhane”, “En İyi 10 Turistik Restoran” dâhil pek çok ödül toplayan Eleos’a, biz de tam not veriyoruz.
Tlf: (0212) 663 39 11

Mekânın Künyesi

Müzik
Mekânda, Rum müzikleri çalıyor. Rembetika’nın insanı sarhoş eden ezgileri, hafif hafif kulağınıza çalınıyor. Bu noktada, ufak bir hatırlatma yapalım; Eleos’ta, önümüzdeki günlerde rembetika günleri düzenlenecek. Ayda bir ya da iki defa gerçekleştirilecek olan bu günlerde, Yunanistan’dan gelecek olan bir rembetika ustası sahne alacak.

En çok tercih edilen lezzetler
Fıstıklı ahtapot, köri soslu balık, limonlu sorbe, saganaki, ıstakoz kavurma.

Kapanış saati
Müşterinin kalkış saatine göre, kimi geceler 01.00’da kimi geceler ise 02.00’da kapanıyor.

Kuver ücreti
4 TL

Rezervasyon
Mutlaka yaptırmanız gerekiyor.

Ulaşım
Deniz otobüsüyle Bakırköy’e gidip, oradan taksiye binebilirsiniz.

Kişi Başı Ödeyeceğiniz Ortalama Ücret
80 TL

Bilmeniz gerekenler
“Yeşilköy, bana uzak.” diyenler için hatırlatalım; Eleos’un, bir de Beyoğlu’nda bir şubesi var. Üstelik yeni açılan bu mekânda, sizi eşsiz bir deniz manzarası bekliyor!

Otopark
Yok

Not: Bu yazı, tarafımdan, Esquire Dergisi için yazılmıştır.
Fotoğraflar: Uluç Özcü 

Pazartesi günü, Balıkçı Sabahattin'de buluşmak üzere,
Sevgiler... 

1: AKIN BALIK

Hazırlanın; sizin için rakı balığın “en iyilerinin” peşine düşüyorum. İlk durağım Akın Balık... Önümüzdeki 4 gün boyunca sırasıyla Balıkçı Sabahattin, Foça Balık, Eleos ve Yeşilköy Balıkçısına da uğrayacağım. Aklınızda olsun! 




 Eğer siz de bizim gibi, salaş mekânlara özenenlerdenseniz; gelin sizi, Akın Balık’a götürelim. Karaköy Balık Pazarı’nın hemen sonunda, denizin tam karşısında konumlanmış bu mekân; eski Türk filmleri tadında, huzur dolu bir balıkçı. Mekânın en önemli özelliği, salaşlığı. Çay bardağından içilen rakısı, tepede asılı duran renkli ampulleri, yeşile boyanmış tahta sandalye ve masaları ile mekân; size, 2012 yılının İstanbul’unda, 1970’li yılları yaşatıyor. Kendi tabiriyle, masaların diğer tarafından gelme olan mekânın sahibi Mümtaz Timur; bu salaşlığı bozmamaya çalıştıklarını; çünkü insanların, aslında buraya, lezzetli bir balık yemenin yanında, bu salaşlığa ortak olmak için geldiklerini anlatıyor. 7’den 70’e herkesin eskiye özlem duyduğunu belirten Timur, özellikle, sinema ve tiyatro oyuncularının buraya çok sık geldiğini söylüyor. Nitekim mekândan içeri girdiğimizde, hemen sağ tarafta, bir masaya oturmuş balığını yiyen Ata Demirer’i görüyoruz. Bundan yaklaşık dokuz yıl önce, iki tabure ve iki masayla çıktığı bu yolculukta, bugün önemli bir noktaya gelen Timur; buraların, eskiden tinerci ve şarapçı yatağı olduğunu, şimdilerde ise Karaköy’ün parıldayan noktası hâline geldiğini anlatıyor.


Gerçekten de öyle. Akın Balık, hafta içi ya da hafta sonu fark etmez, haftanın her günü tıklım tıklım bir mekân. Özellikle bahçe kısmı, çok ama çok keyifli! Yazın ağaçların gölgesinde oturup balığınızı yiyebilir, kışın ise dışarıda yakılan variller ve masaların altına atılan mangallar sayesinde üşümeden nostaljik bir ortam yakalayabilirsiniz. Peki, ama Akın Balık da atmosferin mükemmelliği dışında başka ne var? Asma yaprağına sarılı levrek, sarımsaklı ve balzemik soslu ahtapot ızgara, özel tahin ve pekmezli irmik helvası; mekânın en öne çıkan lezzetleri arasında yer alıyor. 








Tüm mezelerde kullanılan zeytinyağı ve zeytin, Datça’dan özel olarak getiriliyor. Akın Balık da balık, her gün taze ve günlük olarak balık halinden satın alınıyor, dolaba girmiyor. Mekân, özellikle kalamarına çok güveniyor. “Bir kalamar ne kadar farklı olabilir ki?” demeyin. Bizzat denedik ve bu kadar yumuşak kalamarı, başka hiçbir yerde yemediğimize karar verdik. 




Zaten kalamarı, gelen tüm müşteriler tarafından öve öve bitirilememiş. Nereden mi biliyoruz? Müşterilerin mekân hakkındaki düşüncelerini yazdıkları bir defter var; defterde de kalamara büyük övgü… Tabii mekânın kendisine de övgü düzülmüş. O kadar ki, biri deftere şöyle yazmış: “Bu mekân, içmeyen adama içki içirir!” Hem de nasıl!





Duvarlarından birinde, “Para kazanmaktan daha çok, dünyaya hoşluk armağan etmek isteyenlerin yeridir.” yazılı bu mekân, dileriz hiçbir zaman, şu anda sahip olduğu bu keyifli atmosferi kaybetmez ve Karaköy’e armağan edilmiş bir hoşluk olarak kalır.
Tlf: (212) 244 9776

Mekânın Künyesi

Müzik
Mekânda size, Müzeyyen Senar’lar, Zeki Müren’ler eşlik ediyor.

Öne Çıkan Lezzetler
Balık çorbası, folyoda levrek, balsamik soslu ahtapot ızgara, mısır ununda hamsi ve kalamar.

Kapanış Saati
02.00 – 03.00

Kuver Ücreti
Yok

Rezervasyon
Özellikle Cuma ve Cumartesi günleri kapıdan dönmek istemiyorsanız; bir gün öncesinden, mutlaka rezervasyon yaptırın.

Otopark
Kendilerine ait olmasa da, hemen yan tarafta ücretli bir otopark var.

Ulaşım
Tünel’den tramvaya bindiğinizde, mekânın hemen arkasına çıkıyorsunuz. Ayrıca vapur ve tramvay da, çok ama çok yakın…

Kişi Başı Ödeyeceğiniz Ortalama Ücret
80 TL

Bilmeniz Gerekenler
Akın Balık’ın iç mekânı, biraz ufak. Zaten mekânın keyfi de, dışarıda çıkıyor. Bu nedenle, şu sıralar bir Akın Balık keyfi yaşamak isterseniz; mutlaka kalın giyinin. 


Not: Bu yazı tarafımdan, Esquire Dergisi için yazılmıştır. 
Fotoğraflar: Uluç Özcü

H&M 2013 İlkbahar Koleksiyonu

H&M her zaman en sevdiğim markalardan olmuştur. Bu nedenle 2013 İlkbahar koleksiyonunu görmek için soluğu markanın Nişantaşı'ndaki Showroom'unda aldım.

Her zaman olduğu gibi H&M yetkilileri bizi inanılmaz içten bir tavırla karşıladı. Bu ekibi gerçekten çok seviyorum! 

Ve her zaman olduğu gibi yeni sezon ürünlerinin hepsi göz alıcıydı. Aşağıda önümüzdeki sezon H&M mağazalarını süsleyecek parçalardan bir seçki bulacaksınız. Ürünlerin kimisi Mart ayında kimisi ise daha sonra mağazalarda olacak. Aklınızda olsun! 
Resim yazısı ekle

Kazağın rengine bayıldık! 

Omuz detayına farklı bir yorum... 


Resim yazısı ekle

Bu botlar özellikle Cosmogirl ekibinin favorisi oldu! 

H&M ekibi bizleri yine çok güzel ağırladı. 

Sevgiler,
Z.